Kuyder

Kur'an Kursu Yıllarım-3

05-07-2014  09:33:42

KUR'AN KURSU YILLARIM-3

ARAP CAMİİ KUR'AN KURSU

        İstanbul'a geldiğimizde kurs tatilde olduğu için dayımın bekar odasında kalmaya devam ediyorum. Bekar odası dört kişilik iki odadan ibaretti. Odanın birinde kalan Ömer Yılmaz köyde olması nedeni ile yerinde ben kalıyorum. Yatma da bir sıkıntı yok ama yemek yemede benim açımdan sıkıntı oluyor. Bekar odalarında öyle lezzetli yemek pişiriyorlar ki, ne kadar yesem doymuyorum. Utandığımdan da fazla yiyemiyorum. Öyle güzel etli türlü yemeği yapıyorlardı ki  hala lezzetini unutmadım. Bir haftadan sonra misafirliğin çıktı diye benden de kumanya parası aldılar, biraz rahatladım. Tahtalı bina iki katlı idi. Alt katta da bekarlar kalıyordu. En alt kat dükkanı da, Rahmetli Fevzi Yılmaz,Rahmetli Halil Demir ve Hüseyin Demir ortak hurda işi yapıyorlardı. Karaköy piyasasında bizim köylü çoktu.

        Köylülerimizin büyük kısmı da, Tahtakale'de yorgancı handa ve uğurlu handa kalıyorlardı. Buralarda kalan arkadaşlarımı zaman zaman ziyaret ediyorum, onlarla geziyordum. Gün içinde herkes işe gittiği için canım sıkılıyor. Kemer altındaki bakkaldan bir paket bafra sıgarası alıyorum, bir tane içtikten sonra korktuğumdan tuvalete atıyordum. Sigarayı da zaten tuvalette içiyordum.

         Sigaraya da köyde Rahmetli Haris'anın Derviş'ten alışmıştım. Derviş, babasının İstanbul'dan getirdiği yesyeni (kullanılmamış) sarıları çalardı; Rahmetli pataş emminin dükkanına götürür bir sıgara alır kayalar da kuma gömer zaman zaman içerdik. Bir gün Uğurlu handa kalan Derviş'in yanına gittim, Sigara istedim. Ne dese bana "beni alıştıranlara küfrediyorum, senin de bana küfretmeni istemem" dedi. Halbuki köyde babasının cebinden içiyordu bonker idi, şimdi kendi kazancından içtiği için cimrilik yaptı.

          İstanbul'a geleli yaklaşık yirmi gün olmuştu. Kurs açılmış. Eğitim başlamıştı. Hacı Recep Ünlü ile dayım beni kursa yatılı olarak kaydımı yaptırdılar. Kurs yöneticileri Recep amcayı yakınen tanıyorlardı. 

         Kurs ismini Arap Camii bahçesinde olması hasebi ile Arap Camii Kur'an Kursu olarak tabelada ismi yer almıştır.  Cami; İstanbul'u fethe gelen Sahabiler ve tabiinler tarafından kiliseden camiye çevrilmiştir. Cami'nin    bahçesinde balıkların yer aldığı havuz var. Balıklara manevi bir değer atfedildiği için balıklara dokunulmaz.  Kıble cihetinde Emevi devleti halifelerinden Süleyman'ın oğlu Abdullah b. Meslemenin temsili mezarı var. Avlusu geniş olup tek kale top oynuyorduk. Cami'de üç imam üçte müezzin görev yapmakta idi. Müezzin ve imamları aynı zamanda mevlüthandılar. Cami ve bölgesi Sahabi türbeleri ve şehid mezarları ile dolu. Hatta gece saat iki'den sonra Cami bahçesi beyaz kefenleri ile ayağa kalkmış şehidlerle dolduğunu görenler olmuş ama bügün itibari ile doğruluğunu kabul etmek mümkün değil.

        Kursa başladığım gün, arkadaşların da benim gibi Anadolu'nun değişik yerlerinden gelmiş fakir çocuklardı. Kurs öğretmeni Kırşehir'li Abdullah Taşgetiren. Abdullah Hoca kendi anlatımıyla tam bir Mücahitti. "Milli Türk Talebe birliğinin Cağaloğlundaki binasını koministlerden nasıl aldıklarını,  "üç arkadaş ellerinde değneklerle, günlerce kapısından yatarak aldık" diye anlatırdı. Daha sonra Okmeydanı dört yoldaki Fatih camisine imam gitti. Seksenli yıllarda evi birkaç kez koministler tarafından bombalandı. En son Mahmut Hüdai Vakfı Camisinde imamlıktan emekli oldu. Yıllar sonra İstanbul'a memur olarak döndüğümde (1994) Hüdai vakfını ziyarete gittim. Caminin içine girdiğimde imam odasından sesler geliyor. Allah Allah, bu sesler hiç yabancı değil ama kim diye kapıyı açtığımda içeride Abdullah hoca ve Nevşehir'de vaiz olarak görev yapan Osman Yılmaz sohbet ediyorlardı.

        - Hocam beni tanıdınız mı? dedim.

        Abdullah hoca;

         - Tanımazmıyım, Anadolu yiğitlerini, dedi.

         Orda biraz sohbet ettik. Osman hocanın Nevşehir'deki bende kalan izlenimlerini anlattım. Abdullah hoca, Fatih camisinin önünde benim "Şura" dergisini nasıl bağırarak sattığımı anlattı. O görüşmemizden kısa süre sonra Osman hoca kalp krizi geçirip öldüğünü duydum. Allah rahmet etsin. Bir kaç sene sonra da Abdullah hoca vefat etti. Allah rahmet etsin.

         Kursa dışarıdan da üç hoca daha geliyordu. Kısa zamanda hal, davranış ve derslerdeki ataklığım nedeni ile, kursun bütün sosyal faaliyetlerini bana verdiler. Kurs sezonun yeni başlaması nedeni ile Abdullah hoca, " Amme cüzünü kim önce ezbere bitirirse onu MTTB'ye karete kursuna göndereceğim" dedi. İlk önce ben bitirdim. Sivas'lı bir arkadaşla beni MTTB'de karete kursuna gönderdi. En son yeşil kuşak parasını (80 lira) veremediğim için ayrıldım. Kur'an Kursuna Aidat sözü veren esnaftan her ay başında makbuzla paraları tahsil ederdim. Kursa bağışlanan kurban derilerini kazlı çeşmede satar gelirdim. Aynı zaman da hafızlığa da başlamıştım.

         Kursa başladığımda iki tane daha Nevşehir'li hemşerimin olduğunu öğrendim. Faruk Gümüş (Nevşehir merkezde şu an imam), Emin Beleda (daha önce Gülşehir merkezde imamdı, şimdi Ürgüp'ün bir köyünde olduğunu duyuyorum). Bu arkadaşlar da hafızlık yaptıkları için ilk zamanda pek görüşemedik. Hafızlar, sabah dersi verdikten sonra Caminin içine ders çalışmaya giderlerdi. İlk tanıdığımda bana çok pasif ve sessiz geldiler. Ya da bana çömez gözüyle baktılar.

         Yurttan sorumlu, emekli bir Mehmet amcamız vardı. Yüzü hiç gülmezdi. Yemeği pişiren teyzede hem onu hiç sevmezdi hende çok korkardı. Kursun müdürü olarak biliniyordu.

         Bir gün sabah kahvaltıdan sonra,"seni Mehmet amca çağırıyor" dediler. Odasına girdim. Adamın yüzü simsiyah (kapkara). Bana dedi ki; "Seni kurstan atıyoruz."

         - Niye Mehmet amca,

          - Gece çatıya çışını yapmışın,

         - Hayır ben öyle bir şey yapmadım.

          - Şahid var, istersen çağırayım,

          - Çağır gelsin.

         Tokat'lı cüce boylu Hüseyin geldi. "Ben gördüm seni" dedi. Ben öyle ağlıyorum ki, hemde yalvarıyorum. Mehmet amca çok vicdansızdı ama beni niye atamadı bilmiyorum. Çünkü şahid gördüm diyor.Başkada şahit yok. Hüseyin olaydan kısa süre sonra,bel ağrısından yataktan kalkamadı. Köyden ailesi geldi köye götürdü. Bir daha gelmedi.        

         Kısa bir zaman sonra bizim köylü Sefer Tokaç (Topal sefer) kursa kaydını yaptırdı. Şaka şamata gır gidiyor. Akşam etüt bitip yatakhaneye geçtiğimiz zaman, Sefer Cami müezzini Yahya Kişmir'in taklitini çok güzel yapard., Emin Belada'ya Çarşafı dolar, Emel Sayın görüntüsünde şarkılar söylerdi. Emin'in sesi çok güzeldi. Her arkadaşın bir hüneri vardı. Sefer'in küçük bir radyosu vardı. İki de bir bozulur. Karaköy piyasasında tamirci arardık. Şimdiki gençlerin yolda, arabada, ev de kulaklıklarını takıp müzik dinliyorlar ya, ben hep kendimi Seferin doğru dürüst sesi çıkmaz küçük radyoyu hatırlarım.

       Abdullah hocanın kurduğu altı kişilik ilahi gurubunda ben de vardım. Ramazan da ful doluyduk. En az veren demir iki buçuk lira veriyordu. Kursa da çok yardım getiriyorlardı. Birgün hayırseverin biri yüz elli tane canlı tavuk getirmiş. Bütün arkadaşlar bir olup, hem kestik hem de tüylerini yolduk. Akşam oldu yatakhanede soyununca hepimizin sırtları pire dolmuş. Hele Konya'lı manyak Mustafa'nın sırtından avuç dolusu pire attık.

         Bu arada Kıbrıs savaşı (1974 TEMMUZ) başladı. Işıklar belli olmasın diye akşam pencereleri battaniyelerle kapatıyoruz. Güya Yunanistan İstanbul'u ışıklardan tanıyıp bombalamasın diye.

         Bir gün kursun kapısına yaşlı bir bayan gelmiş. Arkadaşlara, "hem yetim hem öksüz var mı?" diye sormuş. Arkadaşlar "ne yapacaksın " demişler. " Zekatımı vereceğim." demiş. Kadın yetim ve öksüz olmasında ısrar etmiş. Dediğim şekilde olmazsa başka yere gideceğim demiş. Arkadaşların aklına ben gelmişim. Bir arkadaş geldi. "Seni aşağıda bir kadın bekliyor" dedi. Aşağıya indim. Bayanın yanındaki iki arkadaş bayana seslerini yükselterek "işte bu arkadaş teyzeciğim, yetim, fakir, öksüz, ne arasan garibanlıktan yana hepsi var" diyorlar. Bana da "he de la he de" diyorlar. Zaten kadını lafa boğdular. Kadın "vah yavrum" dedi. Üzerinden o günkü şartlarda iyi bir para verdi. Arkadaşlarla bölüştük.

        Giysilerimizi, ayakkabılarımızı, memlekete giderken yol parasını, bazen de harçlıklarımızı Gönenli Mehmet efendiden alırdık. Mehmet efendinin evi Fatih'te bir apartmanda otururdu. Biz pazar sabahları erkenden yardım alma kuyruğuna geçerdik. Bizim gibi yüzden fazla insanın değişik istekleri olurdu. Sıra bana gelince elimi öpmek istiyordum, elini öptürmezdi. Hocam elbiseye  veya başka bir ihtiyacını söyleyince yanındaki koruma gibi duran gençten küçük bir kağıt alır, Arapça bir şey yazardı ve filan mağazaya git derdi. Bizde söylenen mağazaya gider kağıdı verir alacağımızı alırdık. Cuma günleri de Cuma namazından sonra Sultan Ahmet Camisinde aynı kuyruk olurdu. Hiç kimsenin isteğini geri çevirmezdi. Çok zayıf bir insandı. Kur'an'ı çok güzel okurdu.

          Günler hızlı geçiyor. Bu arada Abdullah hoca kurstan ayrıldı, yerine Adapazar'lı Necati Korkmaz hoca geldi. Hafızlığı on bir sayfa olarak götürüyordum ama yaşımda biraz ilerledi. Necati hocanın yanında ders verirken, bir cesarete geldim; hocam hafızlığı bırakıyorum. Bu sene imam hatip okuluna yazılacağım dedim. Pek gönlü olmadı ama beni kararlı görünce "tamam" dedi. Haziran sonu kurs bitirme sınavına girdim. İki tane Kur'an kursu diplomam oldu. Ben Kursta iken bizim köylü Sami Bilgin (Cevdet'in oğlu) geldi. Dört ay dayanamadı ayrıldı.Daha sonra ŞahinBozbel, Ercan Karataş ve Recep Arpacı geldiler. 1974 Yılında geldiğim Arap Camii Kur'an Kursundan 1975 yılı Eylül ayında Gazi Osman Paşa İmam Hatip lisesine geçiş yaptım.

 

İlhan POYRAZ

03.07.2014

Pendik

 

 

kuyder.com

Yandex.Metrica