Kuyder

Kur'an Kursu Yıllarım-1

13-05-2014   12:08:56

           Rahmetli babam, dinine diyanetine çok düşkün bir insandı. Çok küçük yaşlarımda iken elimden tutar camiye götürürdü. Benim Kur'an'ı öğrenmemi canı gönülden istiyordu. Eve gelen misafirlere bu isteğini "ceketimi satıp okutacağım" diyordu. Okutmaktan kastı ortaokul veya onun ayarında bir okul değil, sadece Kur'an'ı öğrenebileceğim bir Kur'an kursuna göndermekti.  Aynı hassasiyeti kardeşim Şaban'a göstermedi. Bana çok sıkı bir disiplin uygularken onun çok serbest yetişmesine çalıştı. Çalışma hayatına ben memur olarak başladım kardeşim ise işçi olarak başladı.

         İlkokulu bitirdiğim sene rahmetli Sadık Öğretmen ve diğer öğretmenlerim babamı gördükleri yerde beni okutmasını talep ediyorlar ama maddi gücünün yerinde olmadığını ileri sürerek sadece Kur'an'ı Kerimi öğrenmem için bir süre Kur'an kursuna göndereceğini söylüyordu.

         1971- 1972 yılı mezunu arkadaşlarımın bir kısmı hemen İstanbul'a çalışmaya gitti. Bir kısmı çobanlara çeltek (çırak) oldular. Çok azı da Ortaokula başladı. Okula başlayan arkadaşlarımın Mustafa Bilgin (Müüttün) hariç, Ömer Çetinkaya, Cemal yılmaz'ın babaları Almancı, Bünyamil Kurugöl'ün köyde durumları iyi idi. Recep Karakaya ailecek İstanbul'a göçtükleri için okula o yıl başladılar.

       Okuma isteğimin farkında olan babam; gönlümü almak için Nevşehir İmam Hatip Lisesinde okuyan; ailesi Almanya'da olduğu için evlerinde tek kalan halamın Şaban'ın yanına hem arkadaş olursun hem de iş bulursan bir müddet çalısırsın diye gönderdi. Nevşehir bana çok uzak bir gurbet geldi. Ara ara köyü özleyip ağlıyordum. Halaoğlu benden iki yaş büyük.  Halaoğlu ve arkadaşları ile sık sık sinemaya gidiyoruz. Zaten başka gidecek bir yerde yoktu. Bir hafta geçmişti ki para bitti. Ekmeği ve diğer yiyecekleri topal bakkala yazdırıyoruz. Bakkal halamı tanıdığı için herhangi bir zorluk çıkarmıyordu. Hemen duvar komşumuzun babasının fırın dükkanına Küçük işçi lazımmış; Halaoğlu ile gittik. Çok uzak değildi. Bana günlük iki buçuk lira sinema parasını vereceğini söyledi ve fırından satılan ekmek parasının kasasını bana teslim etti. Sabah yedi akşam yedi saatler arası üç hafta çalıştım. Nevşehir'e geleli bir ay kadar olmuştu; Babam geldi; yeter artık köyde işlerimiz var, bir ay sonra da Kaymaklı Kasabası Kur'an Kursuna göndereceğim seni dedi. Babamla Nevşehir'den köye geldik. Bir müddet rahmetli emmimin yanında koyun güttüm.

         Bağ ve bostan bozumu bitti. Her evin tandırlığından (yufka ve yemek yapılan  derin ocaklar) dumanlar tütüyor. Bizim tandırlıkta da annem ve ablalarım ekmek yapıyorlar. Şepe almak için içeri girdim. Annem dedi ki; "Baban yarın seni Kaymaklı'ya götürecek" dedi. Ben de "gitmem" diye ağlayınca, arkama ohlayı savurdu ve "Şaban'ın yanında durduğun belli oldu" dedi. O zaman kim kimin yanında ise aynı kategoride değerlendirilirdi.

         Kaymaklı'da babamın asker arkadaşı Yesari Kırbıyık'ın evinde kalıp, aslen Nenezi'li (Bekarlar Kasabası) olan  Kur'an Kursu hocası Mustafa Yüksel'de okuyacaktım. Mustafa hoca Kaymaklı'da çok meşhur olmuş. Kasaba'dan gitmemesi için kendisine ev falan yapmışlardı. Annem akşamdan giysilerimi hazırlarken ben iç dünyamda gizli gizli ağlıyordum.

        Sabah rahmetlik babam elimden tuttu evdekilerle vedalaşmadan Ortuyolda rahmetli Cıdanın münübüsüne bindik. Sanki bir meçhule gider gibi bir halim vardı. O zamanlar henüz dünya küçülmemişti. Bizim için Kayırlı,Gösterli, doğala, Yazıhüyük ve suvermez gurbet sayılıyordu. Ben onların üç misli uzağına gidiyordum. Şimdi dünya çok küçüldü. Dünyanın neresine giderseniz gidin gurbet türküleri dinlemek aklınıza gelmez. Bir tık kadar özlediğiniz yerlere ve kişilere yakınsınız. Görüntülü görüntüsüz istediğiniz an sevdiklerinizle konuşup görüşebilirsiniz. O zaman öyle değil idi. Ben, o dönemde yeni çıkmış olan "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküsünü her dinlediğimde; gider bir köşede ağlardım.

        Kaymaklı'da münübüsten indik. Babam önde ben arkada, kasap dükkanı ve değirmenin önünden geçtik sola döndük, önü genişçe bir boşluk olan eve doğru yöneldi babam, içim cız etti. Bizim gibi fakir olduğu dışardan bakınca belli oluyor. Kapının önüne vardığımızda Yesari abi, yaşlı annesi, çingeneye benzer hanımı (üçüde ahirete göçtüler, iyi insanlardı. Allah gani gani rahmet etsin), Oğulları Yaşar (7), Mehmet (5) ve küçüğünün ismini hatırlıyamadım, bizi  kapıda karşıladılar. Babam ve Yesari abinin muhabbetlerinden sanki öz kardeş gibi bir hava sezmek beni biraz rahatlattı. Babam o gece orda kaldı. Sabah kahvaltıdan sonra, babam, Yesari abi ve ben kayıt için kursa geldik. Mustafa hoca bizimle ilgilendi, kayıt işlerimizi ve okuyacağımız kitapları kurstan hallettik. Babam bizimle vedalaştı ve köye döndü. Biz de eve döndük ama ürkek güvercinler gibi idim. Fırsat buldukça köşelerde ağlıyordum. Yaşlı annesi ile ben bir odada kalıyordum. Gündüzleri emsallerimle oyunlar oynuyorduk. Kursta da sevilmiştim. O günkü oynadığımız arkadaşlardan biri (Faruk) uzun süre Derinkuyu nüfuz müdürlüğünde çalıştı.

        Yesari abi uzun boylu, ablak yüzlü, kalın bıyıklı, çok az gülen, içi sevgi ve merhamet dolu bir insandı. Çileli bir hayatın insanı olduğu belli idi. Çok uzun süre çocuğu olmamış. Onun için ilk çocuğunun adını her ihtimale karşı Yaşar koymuş. At arabası ile çiftçilik yapıyordu. Ben iyice kendilerine ısınmış ve kendi çocukları gibi olmuştum. Mahallede ve Kurstaki arkadaşlarla kaynaşmama rağmen yine de köyü özlüyor, zaman zaman ağladığım oluyordu.

         Kaymaklı'da hayatımın bazı ilkleri de oldu. Onlardan da kısa kısa bahsedip gelecek yazım da Derinkuyu ve Arap camii'de geçen anılarımı anlatacağım.

        Görülmeyen varlıklardan olan Cin'i gördüm. Yaşlı Teyzeyle kaldığım odada gece küçük abdest bozmaya diye dışarı çıktım. Ortalık hafif aydınlık, gecenin geç saatleri olduğu belli, sessiz ve sakin bir ortamda kapının eşiğinden iki metre açığa ayakta küçük abdestimi bozarken hemen idrarın düştüğü yerde "vay" diye bir ses iniledi ve küçük köpeğe benzer bir hayvan oluştu ve topallayarak "vay vay" diye ses çıkarıyordu. Ben korkudan hemen içeri kaçtım kapıyı kitledim. Ayetel Kürsüyü okuyup etrafıma üfürdüm. Daha önce büyüklerimizden bunları duymuştuk. Az sonra kapının dışında dayak yemiş çocuk gibi ağlıyor. Sonra dama çıkıyor -eskiden damların tam ortasında testi ağzından hava deliği bırakırlardı- aynı ağıdı orda da ağlıyor. Bende korkudan tir tir titriyorum. Bu ağlama sabah ezanına kadar sürdü. Sabah teyzeye durumu anlattım; niye beni çağırmadın dedi. Orada bu olay bir daha tekrar etmedi.

        Rahmetli Mehmet Göktaş (dayı), editörümüz Harun Göktaş'ın dedesi, Rahmetlik eşinin ölümü üzerine ikinci eşini kaymaklı'dan, kaldığım evin duvar komşumuzun çok yakını olması hasebi ile köye getirme işlemlerini bende yakından izledim. Rahmetli kadını köye götürmeye gelen, Rahmetli Ata Öztürk, Aziz yılmaz (Aziza) Daha bir çok kişi vardı. Şimdi hiç biri hayatta değil, Allah hepsine rahmet etsin. Bizim de bu arada yaşlandığımız ortaya çıkıyor. Ata rahmetlik bana kağıt beş lira haşlık vermişti.

         Köyde çocukluğumda kayaların arasında bol yumurta bulurdum. Kaymaklı'da da yürürken oynarken hatta damlarda bile oynarken demir para (5 krş.10 krş) bulurdum.

        Babam Mazı köyüne çoban durunca bende Mazı köyüne gittim ve bir daha kursa dönmeyeceğimi söyledim. Babam çok kızdı. Dövecekti kaçtım arkama değnek fırlattı değseydi her halde sağ bırakmazdı. Daha göreceğimiz günler varmış. Böylece Kaymaklı kur'an kursu bitmiş oldu.

İlhan POYRAZ

10,05,2014

Pendik

 

kuyder.com

Yandex.Metrica