Kuyder

Gençlik Yıllarım,Siyasi Hatıralarım-2

03-11-2013   21:51:39

 

 GENÇLİK YILLARIM, SİYASİ HATIRALARIM-2(SARIK CUBBE MESELESİ)

        Öğrencilik yıllarımın yaz ayları (tatil ayları) genelde köyde geçerdi. Köyde inşaatlarda, bağda çapa, harmanda sap - samanda çalışarak hem okul haşlığımızı biriktirir hem de cep haşlığı yapardık. Öğrenciliğimiz yetmişli yıllara rastladığı için en büyük gençlik hareketlerinin de yaşandığı yıllardı. Bütün örgütlerin temel amacı Türkiye'yi kurtarmaktı. Bütün ideolejik örgütlere göre Türkiye karşıt görüşler tarafından istila edilmiş biz "kurtaracağız" diyorlardı. Solculara göre Türkiye "faşizmin" işgalinde, sağcılara göre Türkiye "kominist" işgale doğru gidiyor acilen "koministlerden" kurtarılmalı diye eylemler yapılıyor. Bu iki gurup arasında günlük çatışmalar oluyor, bu çatışmalarda yaralanan ve ölenler oluyordu. O zamanlar devletin tek kanalı olan TRT haberleri vasıtasıyla her yerde duyuluyordu. Her grup kendi ölüsüne şehid diyordu ve cenazeleri adeta büyük mitinglere dönüşüyordu. Her gün artarak devam eden eylemler, çocuğu okuyan aileleri kara kara düşündürüyor ve neticenin ne olacağını kimse kestiremiyordu.

           Benim de içinde bulunduğum ve canım pahasına savunduğum, İslami değerleri savunan ve ülkemizde islami kuralların hakim olmasını arzu eden "Akıncılar" gurubu diye de iki aşırı gurubun ortasında biz vardık. Bizim sloganımızda "ne sağcıyız ne solcu İslamcıyız İslamcı" idi. Yukarıda bahsettiğim "faşist ve kominist" örgütler, akıncı gençlerden bir çok genç fidanı da öldürdüler. O yıllarda ben de İstanbul'da öldürülme tehditleri alıyordum. Okulumuzun müdür yardımcısı Ali Ünal hoca beni Nevşehir'e göndermeye ikna etti. Kendisi Edirne'li idi; Yeni Nevşehir' de asteğmen olarak görev yapmış ve Nevşehir' i çok seviyordu. İşin ciddi olduğunu ve mutlaka burdan ayrılmam gerektiğini söylüyordu. Ben de zaten işin farkındaydım ve gelişmeleri bizzat yaşıyordum. Bizim gibi garibanlar (köylü çocukları) hem öldüren örgüt için, hem de ölenin taraftarları için büyük bir siyasi malzeme idi. Cahillik bu ya, doğrusu ben de ölürsem şehid kalırsam gazi fikrini benimsemiştim. Mehmet Akif'ten, Necip Fazıl'dan heyecan veren şiirler okuyorduk. Dini motiflerle süslü konuşmalar dinliyorduk ve "ölüm bizim için tozlu bir yol" mesabesinde anlamlanıyordu.

         İstanbul'daki öğrencilik yıllarımda okulun yurdunda kalıyordum. Yurt parasını, sınıfı takdirname ( başarılı) ile geçtiğim için yurt parası ödemiyordum. Yurtlar siyasi akımlar için eleman yetiştirme yerleriydi.  Bizim yurtta da üniversite son sınıfta okuyan öğrencilerden belletmenler (etüt hocası) gelirdi. Bunlar bizlere derslerde yardımcı olan abiler olarak biliriz.  Mühendis olacağı söylenen bir abinin kılık kıyafeti bana vay be Müslümanın hakikisi  bu galiba diyordum. Uzun sakal, cüppe ve sarıklı giyim kuşamı vardı. Bana da Nurettin hoca (Yıldız) iki metre uzunluğunda bir sarık bezi verdi, ben de zaman zaman takkenin üzerine sarık sardım. İstanbul'da cami ve sokaklarda cüppe, sarık ve peçe giyiliyordu. Bu kıyafeti giyenleri genelde tarikat mensubu olarak görülüyor ve tepki gösterilmiyordu.

           Yine bir yaz tatilini köyde geçirirken, akıncı fikirde olan Mehmet Arpacı, Sefer tokaç, Şahin Bozbel, Nihat arıtoprak, Yaşar Demir, Recep Arpacı ve ben, camide sarıklı namaz kılmaya başladık. İsmini unutuğum ya da fazla kalabalık olmasın diye burada sınırlı tuttuğum başka arkadaşlarda vardı. Bu sarık takma işi daha çok Mehmet'in isteği ile oldu. Çünkü Mehmet önceden solcu idi daha sonra İslamcı fikirlerle tanıştı. Onun için sonradan dönenler daha hızlı ve fanatik oluyorlar. Gençliğin verdiği heyecan ve farklı olduğumuzu göstermek için o zaman köyün tek camisi olan, Mevlüt Karakelle'nin imamlık yaptığı yukarı camide sarıkları takarak namaza başladık. Caminin havası değişti, cemaatin kimyası bozuldu. Bir hevestir belki geçer gözü ile baktılar ama hiç  geçeceğe benzemeyince cemaat yan yan bakmaya başladılar. Ben babamın korkusundan sarığı erken bıraktım ama arkadaşlar ısrarlı bir şekilde devam ettiler. İğneci Haca'dan duymuştum; Mehmet evlendikten sonra köye gelmiş Haca'nın evine misafir olmuş, Kapıdan girer girmez "baylar - bayanlar ayrı oturacak" demiş. Bu tabirleri yeni duyan Haca  bayağı alınmıştı. Bunlar bir nevi "eski köye yeni icat" gibi bakılıyordu. Bu olayların gerçekleştiği yıllarda bizim köyün yüzde seksen beşi sol görüşlü. Erbakan'ı hiç sevmezlerdi. Bize Erbakan'ın yedi yerde öğle namazı kıldığını, yüz elli kilo altının olduğunu söyleyerek gittiğimiz veya tuttuğumuz siyasi görüşün yanlışlığını izah etmeye çalışırlardı. Bizde kendi bildiklerimizle bu davanın hak gerisinin batıl olduğunu anlatmaya çalışırdık.

          Cami cemaati genelde yaşlı ve Osmanlı Devleti'nin çöküş ve Cumhuriyetin kuruluşunu görmüş kişilerdi. Bizim gibi Cumhuriyet çocukları değillerdi, hepsi halis - muhlis Osmanlı imparatorunun tebasıydılar (vatandaşı). Çok kısa bir zamanda Cumhuriyet'in bütün devrimlerini benimsemişler ve hayatlarında da tatbik ediyorlardı. Halbuki çocukluk yada gençlik yıllarında bu giysileri mutlaka görmüşler yada en azından bu giysilerden haberdardılar. Buna rağmen cami cemaati ikna olmuyor, namaz vakitlerinde camide kaos yaşanıyordu. Bu kaos ortamı evlerde, sokakta ve dahi kahvehanelerin içine kadar girmişti ve ortam sakinleşeceğe hiç benzemiyordu. Cüppe sarık takanların yaş ortalaması on sekiz iken, karşıtlarının yaş ortalaması yetmiş cıvarındaydı. Cami imamı tarafsız gibi görünüyordu ama o'da kaostan yana idi. En azından bu vesile ile kendisi ile uğraşılmadığından bir hayli memnun görünüyordu. Bizim arkadaşlar imamı yanlış anladıkları için karşı cephede görüyorlardı. Halbuki Mevlüt karakelle (imam) sadece kendisini düşündüğü için ortalığın yangınına bir kova su dökmez. Sarık- cüppe olayı o kadar büyüdü ki, camide yada köyde istenmeyen bir kötü neticeye vesile olacak korkusu herkeste oluşmaya başladı.

          Cami cemaatından bir grup, bu olayları değerlendirip nasıl önlem alırız düşüncesi ile Yahya Boysan'ın evinde bir toplantı yapmışlar. Ben Yahya amcanın (Allah rahmet etsin) ağzından duymadım ama genel konuşmada öğle namazında camide cüppe - sarık takan gençleri dövelim diyorlar. Bu düşünce genel kabul görüyor ve yarın öğle namazına kadar beklenilmesi kararı alınıyor.  yarın görüşmek üzere herkes evine dağılıyor. Sabaha karşı, toplantıda bulunan ve olayın yönetici konumundaki Osman amca (Allah rahmet etsin) felç geçiriyor ve hastaneye kaldırılıyor. Bu olay üzerine cami basma olayı gerçekleşmiyor. Her iki taraf için cami basma olayının gerçekleşmemesi hayırlara vesile oluyor.

           Cüppe, sarık ve sakal, dinin bir kuralı değildir. Öncelik, insanların birbirine saygı, sevgi ve hoş görülü olmalılar. Allah hiç bir kulunu bir hatasından yada günahından dolayı dünyada iken hemen cezalandırmaz. Eğer cezalandırsaydı peygamberimizi öldürmek isteyenleri, işkence edenleri ve iki kızını oğullarına kovduran, peygamberimize her türlü işkenceyi reva gören, Kur'an'da eli kurusun dediği ebu Lehebi cezalandırırdı. Bize düşen bilgili, bilinçli ve akıllı bir hayat sürmek. Allah'ı iyi tanımak. Yarattıklarına şefkat ve merhamet göstermek. Geçmişten ibret alınarak geleceği güzelleştirmek, insanım diyenlerin şiarı olmalıdır.

İlhan POYRAZ

03.11.2013

 

kuyder.com

Yandex.Metrica