Kuyder

15 Günlük Tatil Notlarım

11-07-2013    23:43:44


15 Günlük Tatil Notlarım

                 Genelde gündüz yolculuk yapmayı severim. hele sabahın serin vaktinde yol almaya bayılırım. Günlerden cumartesi ve sabahın beşi, annemi ve iki ablamı da yanıma alarak İstanbul'dan, İstanbul'un yeni yeni uyanmaya başladığı bir saatte, İstanbul'dan ayrılıyorduk. Annem için cehennemden kaçış gibi bir şey. Sevincini hal ve hareketlerinden, yüzünün gülücüklerinden anlamak zor değil. Adeta arabaya koşar gibi biniyor ya da arkasından biri arabaya binmesini engeller korkusu taşıyarak arabaya kendini atıyor. Kontağı çalıştırınca kendince dualar okuyor ve "yolumuz açık olsun inşaallah" diyor.

            Yollar sakin ve tenha. Sohbeti koyulaştırıyoruz. Konuşmanın önemli yerlerinde annemin kulağının ağır duyması lafı bir kaç kez tekrarlamak zorunda kalıyoruz. Bazende hiç ilgisi olmayan şeyleri anlıyor. Mesela ablam "köye varınca" diye başlayan bir cümlesine "Gürül'de ne işiniz var" gibi. Annemin sağlığı çok iyi elhamdülillah. Tabii yaşlılıktan kaynaklanan diz ağrıları ve duyma sorunu var ama bu sorunlar bizde bile başladı. Annemin tam yaşını bilemiyoruz ama doksan ve üzeri olabileceğini tahmin ediyoruz. Yol boyunca gelmişi geçmişi konuşuyoruz. Bağı, bahçeyi ve tarla meselelerini konuşuyoruz. Bu konular açılınca biraz sitem ediyor bizim halaoğluna ve tarlaları ekenlere. Bolu'da, Sabahattin'in yerinde çorba içiyoruz ve diğer ihtiyaçları karşılıyoruz. Yarım saatlik moladan sonra tekrar yola koyuluyoruz. Yollar sakin ve güzel, bir de tamirat işleri olmasa daha iyi olacak ama onlarında olması gerekir.

             Tuz gölünde mola verdik. Modern tesisler yapılmış. Yabancı turistlerin çokluğunu gördüm. Turistlerin büyük çoğunluğu da Arap asıllı. Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda, köydeki siyah (kara) köpeklere Arap Arap diye çağırırdık. Hayri çetinkaya'ların küçük siyah köpeklerini ben de dahil bu hoş olmayan tabiri maalesef kullandık. Arap'lardan bu konuda özür diliyorum. Cahilliğime saysınlar. Ahirette bu konuda bir soruya muhatap olursam, Yönüza (Yunus) rahmetliyi işaret edeceğim. Çünkü onlar bize örnek olmuşlardı. Tuz gölü tesislerinden ayrıldık. Yolda kabak - bostan çekirdeği satanların yanında durduk. Biraz pazarlık ederek, bir şeyler aldık ve köye kadar hiç durmadan gideceğimize karar verdik. Kullandığımız araba benzinli. İstanbul'da depoyu doldurdum, Ihlara vadisinde kırmızı ışık yandı. Akşamı Derinkuyu'da yeğenimin evinde geçireceğimizi düşünerek benzini de ordan alırım düşüncesi ile başka benzin almadım.

                   Dokuz saatlik yolculuktan sonra köye girdik. Orta yolu geçip bizim sokağa dönünce annem biraz dalmış galiba "Doğala'yamı geldik?" dedi. Hemen arkasında "Ürüstemanın havutunu gördüm" dedi ve sevindi. Bünyamil Kurugöl'ün dedesi rahmetli hacı Rüstem'anın hayvanlara su verdikleri havut (havuz) elli senedir aynı yerinde durur. Kapının önünde durduk. Havada bulutlar vardı. Bulutun birinden güzel bir rahmet yağmuru indi. Toprak ve ot kokusu birbirine karıştı öyle bir güzel koktu ki, Ben böyle güzel bir kokuyu ömrümde ilk defa alıyorum. Yağmurdan sonra evlerin kapısını açtık. Her taraf toz toprak içinde. Fareler her tarafı delik deşik etmiş. Fare deliklerini taşlarla kapattık ama çözüm değil, ilaç almamız gerekiyor. Eşyaları odaya indirdik. Fareler zarar vermesin diye de tedbirler aldık. Derinkuyu' da rahmetli Hatice ablamın kızı döndü  bizi bekliyor. Yeğenimin, Adıyaman'lı olan kocası Derinkuyu'da sekiz ay önce memur olarak göreve başladı. Biz de bu geceyi orada geçireceğiz. Sabah dinlenmiş bir şekilde temizliğe başlarız diye düşündük. Eşyaları indirip, hadi anne torununun oraya gideceğiz dedik, annem suratını azdırdı. "Gitmesek olmaz mı" dedi. Anneciğim, her taraf toz toprak, zaten akşam oldu, burada kalamayız dedik ama gönülsüz bir şekilde arabaya bindi ve Derinkuyu'ya kadar hiç konuşmadı. Yeğenin kocasıyla çarşıya indik. Şahin hoca (bozbel) ile buluştuk. Akşam namazı öncesi kahvede biraz sohbet ettik. En zor yıllarımızı birlikte geçirdik. Namazı Şahin Hoca'nın kiliseden camii'ye çevrilen tarihi yerde namazımızı kıldık birlikte eve döndük. Annem köşeye çekilmiş, kaşları çatık bir şekilde oturuyor ama bir sıkıntısının olduğu belli. Ablamlar, annemin midesinin ağrıdığını söylediler.

                 - Anne seni doktora götüreyim dedim.

                 - Belki geçer... dedi.

             Sabah uyandığımda annemin rahatsızlığının geçmediği gibi bayağı da hasta gördüm. Hemen acile götürdük. Doktor muayane etti. Tansiyonunu ölçtü. Tansiyon çok yüksek çıktı. Bir dil altı hapı ile bir iğne yaptı. Burada yarım saat bekleyin yeniden tansiyonunu ölçeceğim dedi. Tekrar tansiyonun ölçüldüğünde normal seviyeye inmiş. Yeğeni de yanımıza aldık tekrar köye geldik. Annemin yeniden yüzü güldü ve temizlik başladı. Ben de evin etrafında bir tur attım. Kayalara çıktım. Kayaların altında dolaştım. Gördüğüm manzara insanın içini burkuyor. Çok kirletilmiş. Eski evler uçmuş. Kayalarda çökme var hatta köyün içine bakan tarafta bir çok kaya ana gövdeden ayrılmış. Koyun ağıllarını kazmışlar, kermeleri damların üzerine sermişler, onlarda bol küçük sinek üretmiş. Sabah kalkar kalmaz kaşıntı başlıyor. Bizim kayaların altında bize göre yaşam bitmiş. Köyde kalanlar için bu kerme olmazsa olmaz. Kışın devletin verdiği kömür yetmiyor. Mecburen kerme -tezzek yakmak zorunda. Sanki bizim çocukluğumuzda kirlilik yok gibi geliyor. O zamanda kerme kazılıyordu ama tavuk- cücük, kurt- kuş çok olduğundan bu kadar rahatsız edici olmuyordu. Hayvanlar fenni gübre ile beslendikleri için yaydıkları koku ve ürettikleri sinekler bile farklı. Yani diyorum ki, kokular ve sinekler bizim çocukluğumuzda ki gibi değiller. Temizliğin yüzde sekseni bitmiş. karnımız da açıktı. Sofra kuruldu. Güzelce karnımızı doyurduk. Köyün güzel çöreği ve bahçelerden gelen marul -maydonozla da hormonsuz bir öğünü atlatmış olduk.

   Yazı devam edecek.

 

 

 

İlhan POYRAZ

07,07,2013

 

Yandex.Metrica