16.03.1983 yılında babamın ani vefatı ile içimde yeniden bir boşluk oluştu. Henüz yedi aylık imamım ve asaletim (memurluğum) tasdik edilmemişti. Memur asaletleri bir yıl dolunca tasdik ediliyordu ama benim asaletim bir buçuk yılda tasdik oldu. Bunun nedenlerinden biri benim siyaseti açıktan yaptığım söyleniyordu. Bir diğeri de, sürgün giden müftünün yerine gelen Adanalı, yeni İlahiyat fakültesini bitirmiş ülkücü diye bildiğimiz müftü ile milli gazete yüzünden atışmam oldu.
Kozaklı'da göreve başladığım günlerde, gazete bayiine uğradım. Milli gazete hakkında bilgi aldım. Günlük bir adet geldiğini söyledi. Ben de Erbakan'cı diye tanıttıkları esnafı tek tek gezerek mutlaka Milli gazetenin alınması gerektiğini anlatarak sayıyı on (10) adete çıkardım. Yeni gelen Müftü beni çağırarak, bu tür davranışlarımın soruşturma gerektirdiğini ve savunmamı alacağını söyledi. Beni de çok önemsemez bir tavırda görünce bu isteğinden vazgeçti. Sadece hakkımda bu konuda şikayetler olduğunu ve askeri yönetimin kurallarını anlattı.
Kozaklı ilçesinin köy ve kasabalarının sayısı yirmi sekizdir(28). Camii sayısı 36 idi. Aylık toplantılarda imamlar köylerden gelince bayağı bir kalabalık olurdu. O dönemde imamlar siyaseten dört guruptular; Erbakan'ın düşüncesini benimseyenler, Ülkücü fikri savunanlar, Süleymancılar ve Mücadeleciler (Aykut Edibali)'den oluşmaktaydı. Fakat halkın gözünde bütün imamlar Erbakan'cı idi. Aynı dönemde göreve başladığımız Bekir hoca, mücadeleci guruptan olmasına rağmen, (bu gurup o zamanlar Erbakan'ı hiç sevmezlerdi) Büyük Yağlı köyünde "Erbakan'cı olmadığımı kimseye inandıramadım." demişti.
Diyanet İşleri Başkanlığına getirilen Tayyar Altıkulaç, Süleymancı İmamlara karşı adeta savaş açtı. Dört tane Süleymancı imam istifa etmek zorunda kaldı. Müftüler daha çok Milliyetçi, Ülkücü görüntü veriyorlardı. on iki (12) yıla yaklaşan imamlığım döneminde hiç bir müftü ile anlaşamadım. Benim siyasetimin yanında ticari faaliyetlerim de vardı. Bu ikisi yetmiyormuş gibi bir de Kozaklı halkı tarafından da seviliyordum. Müftüler biraz kıskanç ve haset oluyorlar. (Birlikte çalıştığım Müftüleri kastediyorum).
Babamın vefatı nedeni ile Karayanalak (Boğaziçi) köyü halkı hem köyümüze kadar gelip taziye dilediler hem de göreve dönüşte de evimize gelerek taziyede bulundular. Taziyede bulunanlardan biri de oturduğum evin sahibi, Kırşehir'de ikamet ediyor, ticaretle uğraşıyor. Ev sahibimin adı Handili, enteresan bir isim. Çok samimi, iyi bir insan. Yapı itibari ile sanki bu köyde hiç yaşamamış. Konuşurken, gülerken insana güven veriyor. Ben de bu sıcaklığını ve Kırşehir'de esnaf olmasının bana nasıl bir faydası olur düşünürken taksi almak aklıma geldi. Taksi ile vakit aralarında ek iş yaparım diye düşündüm.
Handili abi köye geldiğinde, ev komşumuz kız kardeşi olduğu için mutlaka görüşüyoruz. Bir defasında kendisine fikirlerimi anlattım. Memurluğu bırakmayı düşündüğümü ama bir taksi satın almama yardımcı olursa en azından kendimi buralarda oyalayabileceğimi anlattım. Araba fiyatı iki yüzü (200.000) geçmesin dedim Handili abi de bu düşüncelerimde yardımcı olacağını söyledi. Köyde rahmetli eşim ve ben çok seviliyoruz. Hiç param yok. Sadece hayal kurarak, şunu şurdan bunu burdan alırım diye düşünüyorum. Hanımın beş bileziği ve birkaç küçük altınımız var. Maaş olarak 18.600 (on sekiz bin altı yüz) civarında maaş alıyorum. 1983 yılının Nisan ayı itibari ile parasal durumumuz bu.
Handili abi ile konuşmamızın arasından bir hafta geçmemişti ki, evin önüne yeşil bir taksi eğlendi. "Bu arabayı sana getirdik hoca" dediler.
- Arabaya bir bak!
- Ben ne anlarım abi, Tek başıma eşekten başka bir şey sürmedim, dedim.
Arabanın görüntüsü ve iç dizaynı güzel gözüküyor. Sahibi Kırşehir de fırıncılık yapan, çingene kökenli birisi. Araba Murat 124, 1975 model, o gün itibari ile dokuz yaşında oluyordu. "Fiyatı senin için 375.000 (üç yüz yetmiş beş bin) olur" dediler.
Hanımdan bilezikleri ve küçük altınları alıp Kozaklı'ya gittik. Bozdurulan altınların tutarı 150.000 tl (yüz elli bin) tuttu. Geriye 225.000 tl gibi büyük bir açık var. Araba sahibinin acil paraya ihtiyacı varmış ama Hocam sen iyi insana benziyorsun, bu araba sana layık bir değerde, kısa sürede bana kalan parayı öde dedi ve Handili abi ile birlikte çekip gittiler.
Ben düşünmeye başladım. Hesap kitap yapıyorum. Hayalimde şu cemaattan şu kadar, şu hacıdan bu kadar, komşu Mehmet abiden şu kadar alırım diye bir plan hazırladım. Bir gün sonra borç para alabileceğim, önceden aklımca planladığım kişilere müracaat ettim. Hiç birinden borç alamadım. Kendi aralarında "Hocanın arabayla ne işi var" demişler. Beni bir korku sardı, hem altınlar gider hem de arabayı elimden alırlar diye.
Müftülükten iki gün izin alarak köye geldim. Para alabileceğim akrabalardan, Celal dayımdan, annemden, döndü ablamdan ve bir iki komşudan da altın borç alarak yüz elli bin lira (150.000) para borç aldım. Geriye yetmiş beş bin lira kaldı. Kırşehir'li bana bir iyilik daha yaptı. "Hocam üç ay içinde kalanı öde" dedi. Kısa zamanda köye ve arabaya olan borcumu ödedim. Eşeği olmayacak adama Allah taksi nasip etmişti. Şaşılacak bir şeydi.
Okulun tek öğretmeni olan solcu Nadir Bey'e rica ettim. O da beni kırmadığı gibi benim iyi bir sürücü olmam için çok gayret etti. Artık araba kullanabiliyordum. Annem muhtarlığa telefon açtırmış, ekinler işlenmeye başlıyor diye. Bende on gün mazeret izni aldım. Sabah köyden Enver amcanın oğlu Keskin bizi Nevşehir'e kadar götürdü. Nevşehir'den köye nasıl giderim diye de korkuyorum. En çok da Nevşehir'le Göre kasabası arasındaki yolun sol tarafındaki uçurum beni korkutuyordu. Ehliyetimde yok.
Nevşehir'de Keskin'den arabayı aldım sağ salim köye ulaştım. Kardeşim Şaban bir horoz kesti kanını tekerlere falan sürdü. Ayaklarım yerden kesilmişti. Ekin tarlasına araba ile gidip geliyorduk. on günlük izin bitti ama kafadan on günde ben izinsiz izin kullandım. Annemin ekin ve harmanını kaldırarak görev yerime döndüm. Cahil cesur olurmuş.